14 Şubat 2010 Pazar




13 Şubat 2010 Cumartesi

ESARETİN BEDELİ

YEŞİL YOL

KELEBEK ETKİSİ 1

NEFES

ÖLÜ OZANLAR DERNEĞİ

AKIL OYUNLARI

BUZ DEVRİ 3

BABAM VE OĞLUM

120

22 Ocak 2010 Cuma

KAR TANELERİ PROJESİNE DESTEK

Kahramanmaraşlı Öğrenciler, Diyarbakır'daki Kardeşleri 500 Kitap Topladı

Diyarbakır'ın Kayapınar Kaymakamlığı Tarafından Hazırlanan Kar Taneleri Projesi'ne Kahramanmaraş Lisesi Öğrencilerinden Destek Geldi. Kampanyayı Öğrendikten Sonra Kolları Sıvayan Öğrenciler, 500 Kitap Topladı. Diyarbakırlı Öğrencilere Bir de Mektup Yazan Kahramanmaraşlılar, "Sütçü İmam'ın Torunlarından Peygamberler Şehrine Selam Olsun.

Haber Yayın Tarihi: 19.01.2010 14:47


Diyarbakır'ın Kayapınar Kaymakamlığı tarafından hazırlanan Kar Taneleri Projesi'ne Kahramanmaraş Lisesi öğrencilerinden destek geldi. Kampanyayı öğrendikten sonra kolları sıvayan öğrenciler, 500 kitap topladı. Diyarbakırlı öğrencilere bir de mektup yazan Kahramanmaraşlılar, "Sütçü İmam'ın torunlarından peygamberler şehrine selam olsun." ifadelerini kullandı.

Kitap okuma bilincinin kazandırılmasına yönelik olarak Diyarbakır'da Kayapınar Kaymakamlığı tarafından hazırlanan Kar Taneleri Projesi ilgi görüyor. Kampanya ile ilgili bilgi sahibi olan Kahramanmaraş Lisesi Kişisel Gelişim Kulübü öğrencileri, destek amacıyla bir çalışma başlattı. Diğer öğrenci arkadaşlarıyla da konuyu paylaşan kulüp üyeleri, 2 haftalık süre içerisinde 500 kitap toplamayı başardı. Kitapların yanında, Diyarbakır'a gönderilmek üzere bir de mektup yazıldı. Mektupta, "Sütçü İmam'ın torunlarından peygamberler şehrine selam olsun." ifadelerine yer verilirken, duygu yüklü mesajlara da yer verildi. Diyarbakırlı kardeşlerine sevgi dolu kitaplar gönderdiklerini anlatan öğrenciler, mektuplarında, "Vatanımız tek. Diyarbakırlıyız, Kahramanmaraşlıyız, Karslıyız. Hepimiz bu vatanın evlatlarıyız ve inadına el eleyiz. Bu vatana, bu insanlara sevdalıyız. Size sevgi kokan kitaplar gönderdik." dedi.

Çalışmanın, okulun Kişisel Gelişim Kulübü'nün girişimiyle başlatıldığını anlatan Rehberlik Öğretmeni Ferhat Kaya, öğrencilerin büyük bir heyecanla kampanyaya destek vermek için çalıştığını belirtti.

Yapılan çalışmayı gerek kitap okuma bilincini artırmak, gerekse de kaynaşma adına çok önemsediklerini ifade eden Kaya, öğrencilerin kitap toplama aşamasını büyük bir şevkle gerçekleştirdiklerini ifade etti.

Kahramanmaraş Lisesi Kişisel Gelişim Kulübü Başkanı olan 12'inci sınıf öğrencisi Orhan Gazi Arıkan da kulüp olarak başlattıkları çalışmada, diğer öğrenci arkadaşların da büyük desteğini aldıklarını dile getirdi. Arıkan, Kahramanmaraş için de böyle bir çalışma yapacaklarını vurguladı.

Kişisel Gelişim Kulübü üyelerinden Eda Budak ise Diyarbakır'daki arkadaşları için yaptıkları çalışmadan büyük keyif aldıklarını söyledi. Büyük bir azimle çalıştıklarını aktaran Budak, öğrenci arkadaşlarının özverisinden dolayı da teşekkür etti.

(CİHAN)

16 Ocak 2010 Cumartesi

DÜNYAYI DÜZELTMEK İÇİN

Dünyayı Düzeltmek İçin

Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra, pazar sabahı kalktığında keyifle eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını hayal ediyordu. Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve parka ne zaman gideceklerini sordu. Baba, oğluna söz vermişti; bu hafta sonu parka götürecekti onu ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu. Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti.Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna uzattı:

- Eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni parka götüreceğim! dedi. Sonra düşündü:

- Oh be, kurtuldum! En iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez!
Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi:

- Babacığım, haritayı düzelttim. Artık parka gidebiliriz! dedi.

Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de hayretler içindeydi ve oğluna bunu nasıl yaptığını sordu.

Çocuk şu ibretlik açıklamayı yaptı:
-Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan resmi vardı. İnsanı düzeltiğim zaman dünya kendiliğinden düzelmişti!

EVERESTİ YENMEK

Everesti Yenmek

Sir Edmund Hillary 29 Mayıs 1953 tarihine değin zirvesini kimsenin göremediği Everest’e tırmanan ilk kişiydi. Bunu o başardı ve bu başarısı nedeniyle Kraliçe Elizabeth tarafından kendisine şövalye unvanı verildi.Hillary’nin bu başarısının altındaki öyküsünü ve gizini, onun “High Adventure” (Yüksek Serüven) adlı kitabını okuyunca öğrendik. Sir Hillary, 1952 yılında da Everest’e çıkma girişiminde bulunmuş, fakat bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Bu girişiminden birkaç hafta sonra İngiltere’de bir okulun öğrencilerine konuşma yapmak için çağrılmıştı. Konuşmanın konusu, onun zirveye tırmanış girişimiydi. Edmunt Hillary, bu girişiminde başarısız olduğunu kabul ettikten sonra bir süre durdu ve mikrofonu bırakıp, konuşma kürsüsünün yanında duran Everest’in büyük boy fotografı önüne doğru yürüdü.

Sonra da fotografa dönüp, yumruğunu havaya kaldırarak, yüksek sesle koca zirveye meydan okudu:

“Beni bu ilk denememde yendin ama, senle davam bitmedi, ey Everest” diye haykırdı.

“Bekle beni, sana yine geleceğim ve seni bu kez, ayaklarımın altına alacağım…”Everest’e bu meydan okumasından sonra Hillary salondaki öğrencilere döndü ve onlara, bir yıl sonra ulaşacağı başarısının gizini o gün açıkladı:

“Beni bu kez yendiği için Everest gözümde şimdi daha da büyüdü ama” dedi. “Benim bunu bildiğim gibi, o da şunu iyi bilmek zorundadır: Onu yenemediğim için, bendeki inanç ve azim de daha büyüdü, daha güçlendi…
“Bu konuşmadan bir yıl sonra Everest, Hillary’nin ayakları altındaydı

KIZGINLIK VE BAŞARISIZLIK

Kızgınlıkla Yapılan Her Eylem Başarısızlığa Mahkumdur

Bir sabah, büyük Moğol İmparatoru Cengiz Han ile alayı, bir av gezisi için yola çıkmışlar Diğerleri ava ok ve yaylarıyla katılırken, Cengiz Han alışılageldiği gibi kolunun üzerinde, gözyüzünde yükselerek her yeri görebildiği ve dahası o mesafeden çıplak insan gözünün asla fark edemeyeceklerini ayırdettiği için her türlü oktan daha iyi ve net bir avcı olan sevgili şahinini taşıyormuş.

En iyi avcılar arasından seçilmiş olmalarına rağmen o gün hiçbir adamı bir şey avlamayı başaramamış… Hayal kırıklığına uğramasına rağmen ümitsizliğe kapılmayan bizim Cengiz, ava tek başına devam etmek için diğerlerinden ayrılmış. Ancak uzun süre tek başına dolandıktan sonra yorgun ve susuz düşmüş. Yaz sıcakları yüzünden oraların zaten güçsüz akan dereleri de kurumuşmuş…

Sonunda nihayet bir mucize olmuş; tam önündeki büyük bir kayanın üzerinden hafif bir şırıltı eşliğinde incecik bir su akmaktaymış. Hemen kolundaki şahini uçurmuş, her zaman yanında taşıdığı kadehini çıkarmış ve suya kavuşmanın verdiği keyifle yavaş yavaş doldurmaya başlamış… Suyu tam dudaklarına götürdüğü sırada şahin üzerine doğru pike yaparak tek hamlede kadehi ellerinden almış ve uzak bir yere doğru yuvarlamış.

Zaten çok sabırlı bir adam olmadığı bilinen Cengiz Han çok sinirlenmiş ancak şahinin kendisinin en sevdiği hayvanı olduğunu hatırlayarak ve muhtemelen onun da çok susamış olduğunu düşünerek kendini yatıştırmaya çalışmış. Böylece kadehi yerden almış, bulandığı toz topraktan temizlemiş ve yeniden doldurmuş. Ancak kadeh yarısına kadar dolmuşken şahin yeni bir pikeyle kadehi devirip suyu kuru toprağa dökmüş. Büyük Cengiz Han yüreğinin sıkıştığını hissetmiş, çünkü kendisine harika avlarda eşlik etmiş, ona büyük memnuniyetler yaşatmış bu hayvanı hakikaten çok severmiş.

Ama bir imparator olduğunu da unutamaz, hiçbir koşulda, hiçkimsenin kendisine saygısızlık etmesine müsaade edemezmiş. Böylece, ağır hareketlerle kuşağındaki kılıcı çıkarmış, kadehi yeniden eline almış ve bir gözü kaynakta bir gözü şahinde yeniden doldurmaya başlamış. Kadeh neredeyse tamamen suyla dolmuş ve Han tam içmeye yeltendiği anda şahin bir kez daha alçalıp kendisine doğru pike yapmış. Han tek vuruşta hayvanın başını gövdesinden ayırmış ve kuş ayaklarının dibine düşmüş…

Cengiz Han suyun kaynağını aramak üzere kayanın tepesine tırmanmış ve büyük bir şaşkınlıkla suyun geldiği küçük kuyuyu ve içinde ölü yatan küçük yılanı görmüş… Yörenin en zehirli türlerinden biriymiş yılan ve eğer birkaç dakika önce o suyu içmiş olsaymış, artık yaşayanlar dünyasında olmayacakmış!

Cengiz Han kampa kucağında ölü kuşla dönmüş. Sonradan da kuşun altından bir heykelinin yapılmasını emretmiş. Heykelin bir kanadının üzerine: “Sana hoş gelmeyen bir şeyler yaptığında bile dostunun dostu olmaya devam et”, diğerine ise: “Kızgınlıkla yapılan her eylem başarısızlığa mahkumdur!” sözlerinin kazınmasını istemiş.

YAPICI ELEŞTİRİ

Yapıcı Eleştiri

Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış… Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş… Ve onu “Renklerin Ustası” anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da;kısaca Ranga Guru derlermiş…

Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru’ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş…

Ranga Guru ise;
- Sen artık ressam sayılırsın Racaçi.. Artık senin resmini halk değerlendirecek. diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmış Ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor…
Çok üzülmüş tabii.Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki.. Alıp resmi götürmüş Ranga Guru’ya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş. Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru’ya götürmüş. Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru…

Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte… Ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş.

Raciçi denileni yapmış… Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da, boyalar da kullanılmamış..

Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru’ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış..

Ranga Guru ise;
Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün…

Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı.. Oysa ikinci konumda onlardan hatalarınıdüzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin…

Yapıcı olmak eğitim gerektirir…

Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi…

Sevgili Raciçi Mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın…

Emeğininin karşılığını, ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın…

Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur…

Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma… demiş…

HİNTLİ USTA VE ÇIRAĞI

Hintli Usta ve Çırağı


Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli herşeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gonderdi. Hayatındaki herşeyden mutsuz olan çırak döndöğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak,yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye basladi. “Tadı nasıl?” diye soran yaşlı adama öfkeyle “acı” diye cevap verdi.

Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarindan akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: “Tadı nasıl?”

“Ferahlatıcı” diye cevap verdi genç çırak. “Tuzun tadını aldın mı?” diye sordu yaşlı adam. ” Hayır” diye cevapladı çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:

“Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktari hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır.

Istirabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.”

KOZA VE KELEBEK

Koza ve Kelebek

22 Ağustos 2009 Yazan ahmet
Bir gün, bir kozada küçük bir delik açildi ve bir adam bedenini bu küçücük delikten çikarmaya çalisan kelebegi saatlerce seyretti.
Sonra, kelebek sanki daha fazla ilerlemek istemiyormuş gibi durdu. Sanki,ilerleyebileceği kadar ilerlemişti ve artık daha fazla ilerleyemiyordu. Ve adam, kelebeğe yardim etmeye karar verdi. Eline bir makas aldı ve kozayı keserek deliği büyüttü.
Kelebek kolayca dışarı çıktı.

Fakat bedeni kocaman ve kanatları kuru ve buruşuktu.
Adam, kelebeği izlemeye devam etti, çünkü zamanla kanatlarının büyüyüp bedenini taşıyabilecek kadar genişleyebileceğini umut ediyordu.
Fakat bu olmadı!
Gerçekte, kelebek ömrünün geri kalanını o kocaman bedeni ve kuru, buruşuk kanatları ile etrafta sürünerek geçirdi. Uçmayı hiç başaramadı.
Adamın bu aceleci iyiliği içinde anlayamadığı, bu kısıtlayıcı kozanın ve kelebeğin o küçücük delikten dışarı çıkmak için verdiği mücadelenin, kelebek için gerekli olduğuydu, çünkü bu, Allah’ın, yasam sıvısının kelebeğin bedeninden kanatlarına doğru akmasını sağlamak için bulduğu yoldu, böylece kelebek kozadan kurtulduğu anda uçmaya hazır olabilecekti. Bazen mücadeleler, hayatımızda tam olarak gerek duyduğumuz şeylerdir. Eğer Allah , hayatımıza hiçbir engelle karsılaşmadan devam etmemize izin verseydi sakat kalırdık. Simdi ve daha sonra olabileceğimiz kadar güçlü olmazdık. Asla uçamazdık.

Güç istedim… Ve Allah , beni güçlü yapmak için karsıma Zorluklar çıkardı. Bilgelik istedim… Ve Allah bana çözmek için Sorunlar verdi.

Zenginlik istedim… Ve Allah çalışmak için bana Beyin ve güçlü kaslar verdi.

Cesaret istedim… Ve Allah üstesinden gelmem için bana Tehlike verdi.

Sevgi istedim… Ve Allah yardım etmem için Sorunlu insanlar verdi.

İyilik istedim… Ve Allah bana fırsatlar verdi. İstediğim hiçbir şeyi elde etmedim İhtiyacım olan hersiyi elde ettim.

KARAYI GÖRSEYDİM EĞER

Karayı Görseydim Eğer…!
4 Temmuz 1952 günü 34 yaşında bir kadın, Pasifik Okyanusu”na dalarak, Catalina adasından, 21 mil batısında kalan Kaliforniya”ya doğru yüzmeye başladı. Eğer basarîli olursa, bunu yapan ilk kadın olacaktı. Adi Florence Chadwick olan bu yüzücü, Mans Denizi”ni her iki yönde gecen ilk kadındı.

O sabah su, vücudu uyuşturacak kadar soğuktu ve sis o kadar yoğundu ki, beraberindeki tekneleri güçlükle seçebiliyordu. Milyonlarca insan televizyonlarından onu izliyordu, köpekbalıkları ve dondurucu soğuğun etkisini hiçe sayarak 15 saat yüzdü. Yakındaki bir teknede bulunan annesi ve antrenörü, araya çok yaklaştıklarını ve devam etmesini söyledilerse de o, kendisini sudan çıkarmalarını istedi. Azimli yüzücü, Kaliforniya kıyısına yarım mil kala sudan çıkısının nedenini şöyle açıkladı:

“Karayı görebilseydim, başarabilirdim!” Vazgeçmesinin nedeni ne yorgunluk, ne de soğuktu… Tek neden, sis yüzünden karayı görememekti. Bu hayatin bir gerçeğiydi: Bir şeyi başarabilmek için, ortada gözle görülür bir hedef olmalıydı!

ÖSS-SBS GENÇLİĞİ

Sınava indirgenmiş öss-sbs gençliği
Bazen öyle zamanlar oluyor ki velilerimizin bir kısmı; hayatın anlamını, öğrenciliği; başarı, ders, sınav, fizik kimya, tarih, vs olarak görüyor.

Bunlar son derece önemli olan şeyler. Her anne ve baba evladının her alanda başarılı olmasını ister. Ancak sadece sınavlar, onların başarısını ölçmek için bir kıstas olarak kabul edilmemeli. Sınavlar bir amaç değil bir araç olmalı.

Velilerimiz, çocuğunun durumunu öğrenmek için okula geldiklerinde, ilk olarak sordukları sorulardan biri, çocuğunun dersleri oluyor. Hocam matematiği kaç, biyolojisi nasıl gibi ifadeler işte. Yani çoğu zaman, sadece derse indirgenmiş, sınav ağırlıklı sorularla karşımıza çıkıyorlar.

Biz eğitimciler, bu soruların yanı sıra velilerimizden, evlatlarının hocalarıyla, arkadaşlarıyla olan ilişkileri, saygısı, sevgisi gibi karakteristik özelliklerinin de veli tarafından sorulmasını bekliyoruz. Her insanın kapasitesi ve potansiyeli elbette ki farklıdır. Herkes üniversiteli olacak diye bir şey yok. Bazen insanların kapasitelerini de fazla zorlamamak gerekiyor. Elma ağacından armut alamazsınız.

Kişiliği oturmuş, sevgisini, saygısını öğrenmiş, büyüğünü küçüğünü tanıyan bir genç ÖSS ve SBS de başarılı olamayabilir ama gelecekte iyi bir anne ve baba alabilir. Ondan doğacak nesil de ailesini örnek alacaktır.

Hayatımız bir anlamda hep rakamlarla, sayılarla anlam buluyor… Yaşımız, meslekte kaçıncı yıl çalıştığımız, evlılık yıldönümümüz, tarihten 80 almamız, diplomamızın 90 olması gibi…

Hayatımızda anlam ifade eden rakamlar, sayılar ne yazık ki kişiliği, saygıyı, sevgiyi, erdemi ölçemiyor. Okul hayatındaki başarı her zaman hayat okulundaki başarıyı getirmiyor…

Her şey, sınav demek olsaydı, üniversite kazanmak olsaydı eğitimli insanların hiç suç işlememeleri gerekirdi.

Her meslek gurubunda ne yazık ki, mesleğini layıkıyla yerine getiremeyenler çıkabiliyor. Bugün, organ kaçakçılarıyla işbirliği yapan doktorlar; suçlularla ilişki kurmuş polisler ve daha nice meslek gruplarını TV’lerde görüyoruz.

Eğitimlerini alıp, üniversitelerini bitirmişler; ama bizim derslerden, sınavlardan, üniversite diplomalarından daha önem verdiğimiz şeyler vardır. Bunlar “ insanlık, acıma, şefkat, vatan millet sevgisi, saygı, ahlak, vicdan, erdem vs gibi kavramlardır. Bunlar yoksa alınmış olan eğitimin ne kendilerine, ne ailelerine, ne de memlekete bir yararı olacaktır.